22 Ekim 2007 Pazartesi

VERMENİN BİLGELİGİ VE NEZAKETİ

VERMENİN BİLGELİGİ VE NEZAKETİ


21 yüzyıl; gözlerimizin önüne serdiği şiddet ve acı dolu Dünya ve İnsan dramasına rağmen; İnsanoğlunun uzun Evrim yolcuğunda bir dönüm noktası olacak.
İnsanlık; sefalet, açlık, hastalık, savaş, kargaşa, felaket, yalnızlık ve radikal değişimlerin kaosunda kıvranıyor.
Hep birlikte gidebileceğimiz ve insan Tadında yaşayabileceğimiz bir yer arıyoruz. Uzaklarda böyle bir köy var. Henüz şu An gidemesek de bu köy bizim köyümüz.
Bize yüreğimizin vaad ettiği bir köy. O köyü görebilmemizin tek bir olasılığı var. Yüreğimizde yaşamak. Çünkü sadece kalbimizde yaşayabildiğimizde bu “Köyün” yolları ve kendisi görünür oluyor.
Her şey bizden gelip gittiğinde ve zamanlar tüm An’ları tükettiğinde bile yüreğimiz bizim.

Ve biz yüreğimizde yaşadığımızda, bir çiçek gibi nedensiz açabildiğimizde, yağmur gibi nedensiz yağabildiğimizde, Gerçek İnsanoğlu gibi nedensiz ve amaçsız verebildiğimizde ve paylaşabildiğimizde “Yuva” herkes için görünür olacak. Yaşam, yaşam olacak. Gerçek olacak. Ve Akış olacak.

Akmak basitçe yansımak veya vermektir.
Akışın doğasıyla Bir olmaktır.
Vermek de; vermenin bilgeliğinde, nezaketinde, asaletinde “olunduğunda” vermektir.

Vermek illaki her zaman maddi bir şeyler vermek demek değildir. Bazen bir dostu can kulağıyla dinlemektir. Çiçeğin, böceğin ve yaşamın güzelliğini An’da huşu içinde seyredebilmektir. Komşuna, arkadaşına, sokaktaki insana nedensiz gülümseyebilmektir. Bazen sessizce bir dostun yanında oturup ona sevgiyle sarılabilmektir. Bazen maddi manevi elimizden geldiğince insanlara koşulsuzca elimizi uzatabilmektir.
Çocuğun saf neşesinde, büyüğün mana derinliğinde; ilgiyle, tutkuyla kendimizi ve yaşamı keşfedebilmektir.
Nedensiz bir şekilde var olan her şeyi sevgiyle sarıp sarmalayabilmektir.
An’ları; hazır ve nazır bir şekilde bütün varlıklarla, sevgiyle coşkuyla paylaşabilmektir.
Bu dünyada diğerlerinin de olduğunu ve onlarında bizim gibi aynı üzüntüleri acıları özlemleri olduğunu unutmadan, her yere sevgiyle akmak ve sessizce; güzelliğin doğası için “sevgi” olabilmektir.

Vermek; basitçe Hazır OL’da, An’da yansıma kapasitesidir.
Yaşama An’da sevgiyle yanıt verebilme eğilimidir.
Basitçe Sevgidir.
Sevgiyi çoğaltmaktır.
Zihin devreye girmeden, gönlünüzün dilediğince, içinizden geldiğince; Sevgi olan aslınızı çoğaltma ve deneyimleme,“kendiniz” olma halidir.

Vermenin Bilgeliği farkındalıktan gelir. Farkındalığımız ne kadar yüksekse o kadar yaşama cevap verme, yansıyabilme, akma yeteneğinde oluruz.

Dünyada yaşanan “Kaos”; İnsanoğlu (almadan önce), koşulsuzca, ihtiyaçsızca ve zararsızca vermenin bilgeliğine erebildiğinde, Yeni Varoluşa dönüşebilecektir.
Ne daha önce ne daha sonra.
Çünkü insan nefs denen ayrılık illuzyonu içindedir.
Ve nefs vermeden almak ister. Almak istemesi kendini eksik bilmesinden ve hissetmesindendir. Tamamlanmak ve bütünlenmektir amacı.

Nefsin sınırları, inançları, koşulları, kalıpları, şartları vardır. Sınırları, nefsi bütünden ayırır. Ve nefs ; sınırlarıyla , şartlarıyla tamamlanmak ve bütünlenmek ister.
Ve bir türlü tamamlanamaz. Halkayı kapatamaz.
Halkayı kapatamamasının nedeni sınırlarıdır.
Halbuki sınırlar, yani perdeler kalktığında tamam ve bütün olduğu görülebilir.
Kısaca hiçbir zaman “eksik” olunmadığı fark edilir.

Tamamlanma, “daha fazla” alarak bütünlenme değildir.
Fazla olanın, engel olanın (nefsin), perdenin kaldırılarak tamamlanılmasıdır.
Bütünün görülmesidir.

Aslında Evren koşulsuzca herkesin ve her şeyin üzerine her An Rahmetini yağdırmaktadır. Nefs, sınırlarından ve inançlarından yağan Rahmeti görememektedir. Görse bile sınırlarına ve inançlarınla çelişkiye düştüğü için alamamaktadır.

Ancak ve ancak tamamlanma maksadıyla, karşılık bekleyerek verebilmektedir.
Dünyayı bile alsa, sınırlarının ve inançlarının oluşturduğu hapishanede oturduğu için doymayacaktır. Her alışında biraz daha semirecektir. Daha fazlasını isteyecektir.

Ve bu dünyada nefs için her alışın bir bedeli olacaktır. Dersi olacaktır.
Her ders bir Rahmettir, nefs hapishanesinin bir demir parmaklığını kıracaktır. Şükür içinde olup ders görülebilecek kadar alçak gönüllüyse ve yolu Gönül Dergahına gidiyorsa.

Ve nefsin sınırları olduğu için, bir gün gelir kendi sınırlarında son bulur.
Ve o An geç de olsa bilir ki hiçbir şey asla onun olmamıştır. Hiçbir şeye sahip olamamıştır.

Sonsuz ve sınırsızlıkta, bir nefeslik canı ve bir adımlık kafesi dağılır gider.

Kendisine, armağan edilmiş yaşamı Yaradan’ın, her an her şeye yağan Rahmetini paylaşmak ve yansımak için vesileden başka bir şey değilmiş.
Anlar.
Vakit geçtir. Dersler bir sonraki yaşamlara aktarılır.
Ta ki her yaşamını, her şeyi bir noktada birleştirene kadar. Birleştiği ve bütünlendiği yaşamında, Aşkla Sevgiyle, Sonsuzun kapısına gelene kadar.

Bu kapıda sınırlar, inançlar, kalıplar, kurallar ve bütün nedenler sorular-cevaplar dökülür İnsanoğlunun üzerinden.

Yaşamın ne için olduğu ve nasıl olduğu görülür. Düşler birleşir. Bütünlenir ve tamlanır.
Bu An’da Efendi ihtişamla tıpkı bir Güneş gibi doğar.
İhtiyaçsızdır, zararsızdır, koşulsuzdur.
Evrenle birlikte yağar.
Hazine O’nundur.
Kendisi O’dur.
O hazinedir.
Basitçe “Verir”.
Paylaşır.
Yansır.

Yaşam, Rahmet demektir.
Vermek demektir.
Ortaya çıkmak demektir.
Dolayısıyla nefs, alamadığı için veya kendini kapattığı hapishanesinden dolayı tamamlanamadığı yanılsamasında olduğu için de verememektedir. Akış nefs “engeline” takılır. Tıkanıklık oluşur. Kaos ortaya çıkar.

Kaosun içinden, toz dumanın acının sefaletin ve savaşın orta yerine sahte bir “Güneş” gibi nefs doğar. Diğer “nefslerden” almak ve tamamlanmak için.

Sözüm Ona Nefs;
Kendini bile kurtaramayan, “kurtarıcı” olur.
Duygularına ve düşüncelerine bile hakim değilken, “hükmeden”, buyuran olur.
Yüreğine bile taht kuramayan, şarlatan “kral” olur.
Zulmeden, asan, kesen, dilinin ucunda seven, küçük dağları yaratan olur.

Çünkü eksiktir. Aşağıdadır.
Yukarı çıkamamaktadır. Bütün değildir.
Ancak ve ancak; diğerlerini aşağıya çektiğinde, kendini yukarı çıkarabilmektedir.
Ancak ve ancak; diğerlerinden aldığında, diğerlerini sonsuza kadar her yönüyle sömürebildiğinde bütün (geçici bir yanılsamayla) olabilmektedir.

Ardı arkası gelmez bir yanılsama, Dünya Oyununun ve Evren Oyununun her sahnesinde silsileler halinde, değişik maskeler ve bahanelerle sürmektedir.

Evrende her şey bir çeşit enerji alış verişidir.

Dünyada dahil Evrenin her köşe bucağında nedeni ne olursa olsun ve neye hizmet ederse etsin oynanan oyunun adı temelinde “Enerji alarak veya aşağıya indirerek” tamamlanma OYUNUDUR.

“Aşağısı nasılsa, yukarısı da öyledir.” Heraklitus
(İnsan nasılsa Evrende öyledir)

Evrende; bütün “Varlık Boyutunun” selameti için değişmesi gereken temel budur.

Ve “Varlık Boyutlarının” selameti için;
Şimdiye kadar Dünyada dahil bütün Varlık Boyutlarında yaratılan; korkunun, korkutmanın, değersizliğin, yetersizliğin, bağımlılıkların, hükümranlığın, yüceliğin, alçaklığın, astın, üstün, otoritenin, tutsaklığın, üstün olma ve ezilme ihtiyacının şifalanması gerekmektedir.

İnsan değiştiğinde ve Gerçek İnsanoğlu olduğunda ( El İnsan), Dünyada değişecektir.
Dünya değiştiğinde Evren de değişecektir.

“İnsanoğlu bir hamur teknesi boyundadır; ama, tabiattan da üstündür, kainattan da” Mevlana

Ne mutlu kendi değerini bilenlere, İnsan varlığını sevenlere.

Bu nedenle; İnsanın; kendi değerini bilmekten, merkezinde, dengede kalmaktan ve “Sevgi-Aşk” olmaktan ve koşulsuzca zararsızca ve ihtiyaçsızca vermeyi öğrenmekten başka hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.

İnsanoğlunun; cennete cehenneme, cezaya ödüle, kotalara hükmedenlere, yol gösterenlere, yol olanlara, birliklere, katılımlara, uzay gemilerine, boyutlara, yücelere ihtiyacı yoktur.

Yeter ki İnsan; “Kendisi” olsun. Yüreğinde olsun. Sevgi olsun. Aşk Olsun. Yansıma olsun. Akış olsun.

Hepsi, Alemde olan her şey ve olacak olan her şey; öz, yücelik, özgürlük, cennet, barış huzur, sonsuz boyutlar, cevherler, hazineler, hepsi ve her şey
İnsanın yüreğindedir.
Herkesin yüreğinde “O” vardır.
Ve “O” her şeydir.
Ve “Kendisidir”.
Ve İnsan, “kendisi olduğunda” her şeydir.
İhtiyaçsızdır, zararsızdır ve koşulsuzdur.

“Efendidir”

Efendinin yansıdığı yerde, istek olmaz, arzu olmaz. Her arzu ve istek dile gelmeden, ihtiyaç hasıl olmadan çoktan verilmiş, paylaşılmış ve yansıtılmıştır.
Her şey dengede ve huzurdadır. Güneş her yerdedir.

Ve Efendi, Efendiliğini bildiği için, Efendiliği için, Var olduğu için, nefes alabildiği için, Rahmet için, verebildiği- yansıyabildiği için şükreder.
Efendi, sunduğunu alabilecek birilerini bulduğu için şükreder.
Verir. Verebildikçe Şükreder.
Şükrettikçe “kendini” daha fazla hatırlar, her hatırlayış başka bir derinliktir.
Yol uzundur.
Çünkü her An’da sonsuz “kendi” Varlığında bütün boyutlara doğru derinleşir.
Efendi, “Kendisidir ve “Kendisi” sevgidir.
Verme eylemi “Kendisi” olduğu için ve kendinden kendisine olduğu için nazik ve asildir.

Efendinin bir elinin verdiğini diğeri görmez.
Çünkü Efendi Tek’tir. El de Tek’tir.
Alanda kendisidir. Verende kendisidir
Zendeki “Tek elin sesidir”.
Tek, Sessizlik olur.
Sessizce alır sessizce verir.

Efendi; “Kendini” kısaca;"sevgiyi" ve “sevinci” karşılaştığı her canlının varlığında aşkla ve sevgiyle, nazikçe, Ruhunun Asaletinde, ihtiyaç hasıl olmadan sessizce çoğaltandır.

Yaşamın Üstadı olmak ve Onda bir mana bulabilmek, bir anlamda yansıyabilme ve kendimizi çoğaltabilme sanatı değil midir?


Yazan Nilgün Nart

27 Eylül 2007 Perşembe

"SECRET" - ÖĞRETMENİN SORUMLULUĞU

“SECRET”- ÖĞRETMENİN SORUMLULUĞU

25 Eylül günü televizyonlarda ilginç bir haber vardı. Haber saatinin en sonunda yer almıştı. Belki de önemsiz asparagas bir haber olarak yorumlandı. Her zamanki görüntüler televizyondaydı. Kargaşa kavga dayak hırs öfke saldırganlık..v.s. Nefsin doğasına uygun ne varsa oradaydı.

Secret kitapları piyasaya çıktığından beri, secret vasıtası ile gelmekte olan kargaşanın ne zaman başlayacağını düşünüyordum.

Bu gün basit, çok basit bir olaya tanık oldum.

Bir mağazanın açılışı söz konusuydu ve mağaza Türkiye’de piyasaya yeni girdiği için elektronik ürünlerde indirime gitmişti. Özellikle plazmik tvl ve leptop fiyatları yarı fiyatına indirilmişti.
İnsanlar; sabah saat dokuzda açılacak mağazanın önüne gece on ikide toplanmaya başlamış ve mağazanın önünde beş bin kişi birikmişti. Plazmik tv ,leptop almak isteyen insanların kıyafetleri çok düzgündü. Hanımların ve erkeklerin kültürlü ve eğitimli kesimden oldukları açıkça belli oluyordu.

Mağaza açıldığında neler oldu biliyor musunuz?

İnsanlar önce kaynamaya başladı. Sonra kalabalığın içinde yer yer dayak sahneleri, bağırmalar, dayaktan bayılmalar, kan, şiddet ortaya çıktı.

Mağazanın güvenlik demirleri yukarı çıktıkça altından sürünerek geçip düşlediği ve yaratmaya çalıştığı leptopuna ve plazmik tvsine ulaşmaya çalışanlar mı arasınız, arkasındaki ve yanındakini diskalifiye etmek için bir iki yumruk atarak küfredenler mi ararsınız, ne varsa oradaydı.
Güvenlik görevlileri en sonunda baş edemediler ve demir parmaklıkları, içeri çeşitli yöntemlerle bin kişi girdikten sonra kapattılar. Geride kalan kalabalık çok kızgındı. En sonunda demir parmaklıkları vura vura söktüler ve mağaza camlarını kırıp, içeri girdiler.
Tabiî ki mal sınırlı olduğu için bitmişti.

Sonra ne oldu biliyor musunuz?
Düşledikleri ve yaratmaya çalıştıkları “şeylere” engel olan mağazadakileri; kim varsa bulabildikleri; çalışanları görevlileri tartaklamaya ve dövmeye başladılar.
Sahne; itiş kakış içinde kapandı.

Spiker her zamanki görüntüler dedi ve başka bir habere geçti.
Evet. Her zamanki görüntülerdi. Ama içerik farklıydı. Olmakta olan farklıydı.

Ben hiçbir zaman insanın bir leptop veya plazmik tv almak için diğerinin kafasını kıracağını ve boğuşacağını tahmin etmezdim. Belki yiyecek için bu kavga olabilir nedenini de anlardım, anlamaya çalışırdım. Ve kabul edebilirdim. Neden Açlıktı.

Plazmik tv ve leptop için insanların birbirini dövmesinin ve insanlığını unutmasının ne nedeni olabilir di ki?

Secret çıktığından beri insanlar; araba, ev, leptop, plazmik tv, para, iyi bir iş, imkan, sevgili v.s ye sahip olmayı o kadar çok düşlediler ve yaratmaya çalıştılar ki, içlerinde birikmiş olan bu basınç, hırs, bir an önce sahip olamamanın yaratmış olduğu öfke ve hayal kırıklığı içinde, her türlü çaresizlik değersizlik ve yetersizlik hisleriyle beslendiler. Nefs büyüdü büyüdü.

Ve bir fırsat ortaya çıktığında gerçekleştirmek için öne atıldılar. Unuttular insan olduklarını.
Vura kıra “dişe diş göze göz” ne pahasına olursa olsun ona, düşlediğine sahip olacaktı.
Ve haberde izlediğim gibi insanlar düşledikleri “şeye” sahip oldular.

Ve kişinin içinde düşleyerek, sonunda da “dişe diş göze göz” kavgasıyla sahip olduğu daha doğrusu oldurduğu “yaratma eylemi” modellendi.
Modellenirken de “ne pahasına olursa olsun sahip ol” inancı da kayıtlara geçti.

Ve ilk model; diğer bundan sonraki “düşleyerek yarat” eylemleri içinde kullanılacak. Mağazaya girerek düşlediğini savaşarak almayı başaran ve modelleyen herkeste.

Ayrıca başka bir şey daha vardı orada olan. Küresel Isınmayı nasıl engelleriz diye yapılan uyarılarda plazmik tv kullanmayınız diye bir öneri bulunmaktaydı.
Hiç kimsenin umurunda değildi o anda Kürsel Isınma ve dünyaya olmakta olan.
Ve hiç kimsenin de ne suyunu tasarruflu kullandığını ne de arabasının kontağını kapattığını ne de işine yürüyerek gittiğini sanmıyorum.
Hele hele Sevgi Bilincine evrilme gibi bir derdi hiç yok.

Çünkü hiç kimse daha olayın ciddiyetini kavrayamadı. Çünkü herkes daha “Gaflet” uykusunda.

Beş sene veya on sene sonra bu yaşananların büyük ölçekte, her yerde olduğunu düşünün.
Veya iklim değişiklikleri nedeniyle hayatta kalmak için verilen mücadeleye dönüştüğünü düşünün.
Dünyayı nasıl bir kargaşanın beklediğini sanırım az çok hissedebiliyoruz.

Neden böyle oldu sorusuna gelince; çünkü orada bulunan insanların içinde “Efendi” yoktu. Hiç kimse yoktu. Sadece nefs vardı. Etki- tepki programı.

Secret; eğer kişiler, “Efendi”yi içlerinde doğurmadan öğreniyorlarsa tehlikelidir. Tehlikeli olması, kişilere hayatlarını bir anda değiştirebilecekleri sihirli bir değnek gibi gösterilmesinden ve sunulmasındandır.
Kişi; içinde hüküm süren nefse bakmadan, onu dengelemeden, yakıp kül etmeden, “Kendini” Aşkla yeniden yaratmadan sihir yaratamaz

Eğer maksat “sırrı” ortaya çıkarmak ve herkesin kendi gücünü kendine teslim ederek (insanlığın yakasından düşerek) yeryüzünden acıyı savaşı mücadeleyi sefalet ve savaşı silmek olsaydı; kişilere; içlerine dönme yolu işaret edilip gösterilir ve sır da ortaya çıkardı.

Ve “Vermenin Bilgeliğinde” olup sevgiyle her şeyi paylaşırlardı.

Eğer Güneş, Güneş ise ve maksadı Güneş olarak doğmaksa, geceye ve gecenin içinde Güneşin sırrını anlatmaya ihtiyacı yoktur.
Basitçe Güneş doğar.

Çünkü insanlar “Efendi İnsan” derdinde ve yolunda olmadan sadece “secret” derdindeyse, peşindeyse ve öğreniliyorsa; o anda içerde ne varsa; o programa yüklenen başka bir ek programa dönüşür.
Efendi doğduğunda secrete zaten ihtiyaç yoktur.
Çünkü artık sır yoktur.
Her şey bilinen ve görülendir.

İnsan Efendi olmadan önce; kendi gerçeğini görmeden önce içinde hüküm süren program Nefstir.
Ve secret insanın içinde yüzyıllardan beri hüküm süren Nefse yüklenmektedir. Ve nefs büyümektedir.

Secreti öğretenler ve öğrenilmesine vesile olanlar veya bildiğini sandıkları öğretileri teknikleri öğretenler; bundan, şu anda neyin sorumluluğunu aldıklarını bilmeseler de sorumludurlar.

İnsanoğlu; bilse de bilmese de her an yaratmaktadır.
Ve İnsanoğlu varılan zamanların ve yerlerin bitişinden dolayı sonsuz ve sınırsızdır.
Ve öğretenler öğrettiklerinden sınırsızca ve sonsuza kadar sorumludurlar. Çünkü bilmektedirler. Çünkü öğretmek bir şeyi bilmek demektir. Bilmenin bir sorumluluğu vardır.

Her duygumuzdan, düşüncemizden, eylemimizden Evrensel yasalar gereği sorumluyuz.

Bu aynen şuna benzer; Aerodinamik yasalarını bilmeyen ve uçmak isteyen, birinin bir uçurumdan atlayıp hayatını kaybetmesine benzer. Ve öbür taraf gittiğinde ben bilmiyordum demesi onu tekrar hayata döndürmez. Bu kişinin kendi sorumluluğudur. Belki öbür tarafta sadece “bilmediğin “şeyleri” neden yaptın o zaman” diyebilirler.
Eylem ve sorumluluk her zaman birdir. Bilse de bilmese de kendisine aittir.

Gönül Dergahındaki sorumluluk “Kendinin” sorumluluğudur.
Ve buradaki sorumluluk sadece Ol’uştur. “Kendisi” Sırdır. Kendisi sır olduğu için sırrın bilinmesi diye bir şey söz konusu değildir.

Bilmek “anlamak” demek değildir. Anlamak yürekte sevgiyle birlikte oluşan bir histir. Ve bunun adı “kavrayıştır”. Anlayış – Kavrayış; Bilinçle alakalı bir olgudur. Ve her anlayış insanı Üstün Bilince, Sevgi Bilincine evriltir. Her kavrayışla birlikte Üstün Bilinçte OL’ursunuz.

Eylediklerimiz ve öğrettiklerimiz vasıtasıyla her an her yerde olan kargaşadan, doğan hırs ve öfkeden, psikolojik ve fiziksel rahatsızlıklardan yani kısaca karanlıktan, kısaca öğrettiğimiz şey ile kişinin kendi yaşantısına getirdiği her karanlıktan sorumluyuz.
Veya eylediğimiz - öğrettiğimiz şey ile olan her güzel olaydan da, açığa çıkan sevinçten, hissedilen sevgi ve aşktan, gelen bolluktan, yayılan huzurdan ve ışıyan ışıktan sonsuza kadar sınırsızca sorumluyuz.

Çünkü öğreten vasıtası ile açığa çıkan her türlü karanlık ve ışık, öğretenin dünyasına ve onunla birlikte Toplumsal Bilince sarılmakta. Kendi hesabına yazılmakta.

Kendi merkezimizde durmadan ve kim olduğu görülmeden ve dolayısıyla neyin sorumluluğunun alındığı bilinmeden, öğretmek nice öğretmektir.

Öğretmek; akmak demektir. “Kendinin” akışıdır. Kendisi ışıktır. Sevgidir.
Efendiler oradaysa kim kime ne öğretebilir, paylaşmaktan ve sevgiyle yansımaktan başka.

Efendi oradaysa, kendi var oluşunun sevincini yaşar. Çiçek gibidir. Ağaç gibidir. Nehir gibidir.
Çiçeği koklayan, ağacı seyreden nehirle birlikte akıp giden de bundan ne anlarsa ne alırsa o dur.
Efendinin öğretme gibi bir derdi yoktur. Arzusuna göre öğretme eyleminde bulunabilir ve eylemin gerçekliğinde; Yaşama ve İnsanoğluna saygının ve ışığın kendiliğenliği vardır.
Ve Efendilerle birlikte dünya her seferinde yeniden dengelenir.

Işığın olmadığı yerde karanlık vardır. Karanlığın olduğu yerde Bilinç yoktur. Bilinç yoksa sevgide yoktur. Bilinç Işıktır.
Karanlığın veya Işığın eyleminde Ol’mak ikisi de pekaladır. Yeter ki neyin seçildiğinin bilgisinde ve sorumluluğunda olunduğunun farkında olunsun.

Sevginin ve Aşkın hatırına sevgiyle yazıyorum.
Sır Sevgidir. İnsan sessizlik içinde; müziğin nağmelerinde ki coşku olabiliyorsa, bir çiçeğe baktığında, onun güzelliğinden ağlayabiliyorsa, denizin dalgalarını seyrederken kendini yitirebiliyorsa, toprağın kokusunda eriyebiliyorsa, yağmurla beraber yağabiliyorsa, rüzgarla birlikte esebiliyorsa ve Aşkın içinde aşkla ölebiliyorsa sırlaşır. Kendisi olur.
Ve bunun deneyimlenmesinin yolunu gösterebilen öğreti öğretidir. Öğreten de Öğretmendir. Ustadır. Çünkü gücünüzü size teslim etmiştir.

Ve bu Yaşamaktır.

İnsan Tadında Yaşamaktır.

Aşktır. Sevgidir.

Var Oluş ile Kutsal Dansı yapmaktır. Yaşamın Dansını yapmaktır.

Geriye kalan her şey sözcüklerle anlatılan bir hikayeden ibarettir.


Yazan Nilgün Nart

7 Ağustos 2007 Salı

"SECRET" ÇEKİM YASASI - EKSİK ALGILAMA

"SECRET" ÇEKİM YASASI - EKSİK ALGILAMA

“Secret” Çekim Yasası eksik bir yasadır. Evrende her yasanın oturduğu bir zemin ve bir neden vardır. Nedeni bilinmeyen veya gönül gözüyle zemini algılanmayan yasa eksiktir.

Çekim Yasasının yavaş işlemesi veya bazı insanlarda işlememesi zemini ve nedeni anlaşılamamış olmasındandır.

Çekim yasasının bazı insanlarda dilediğini kendine çekmesi olarak tezahür etmesi, bunu uygulayan insanların bir şekilde Çekim yasasının zemini ile uyumlu olmalarından ve nedeni bilmeseler de nedene göre doğal olarak hareket ediyor olmalarındandır.
Çekim Yasasının zemini, diğer yasalarında temel nedenidir. Hepsi birbirini tetikleyerek harekete geçerler. Temel anlaşılmadan uygulanırsa yasaların bazısı harekete geçer bazısı geçmez. Yasaların hepsini tetiklemek için zemindeki, temel nedenle etkileşim içinde ve onun bilincinde olmanız gerekir.

Aslında tek yasa vardır. Diğerleri hepsi onun içindedir. Temel nedeni algılayabilirseniz hepsine bilirsiniz.

Herkes kendi bulunduğu bilinç seviyesine göre yasaları hareket geçirebilir. Bilmediğiniz ve farkında olmadığınız bir bilincin yasasını nasıl harekete geçirebilirsiniz ki?
Evren bu kadar muhteşem bir sistemi hiç bilmeyenlerin eline bırakabilir mi?

Bilenlerle bilmeyenler bir olabilir mi?

Çekim Yasasını uygulayıp istediği ve arzu ettiği nesnelere ve durumlara sahip olamayan veya sahip olup ta memnun olmayanlar veya görünüşe çıkma uzadığı için vaz geçenler; bütün bu zihin kaynaklı enerjiyi kısa bir süre devam ettirebilmekteler. Zihnin kapasitesi gerçek Yaratım için sınırlı olduğundan enerjisi bir süre sonra tükenir. Yaratımınız eksik olur. Gerçekleşmez. Ya da sizin o nesneye karşı arzularınız kaybolur.

Yaratım coşku demektir. Zihin biraz maymun iştahlı olduğundan coşkuyu uzun süre belleğinde besleyemez. İmajları tutamaz. Acele eder. Morali bozulur. . Öfkelenir. Bunların hepsi biziz.

Bu yaratımın zihinden yapıldığını gösterir.

Halbuki Yaratım sürekli bir dinginlik ve coşku halidir.

Siz bir bilgisayarda çalışıyor olsanız ikide bir elektrik kesilse işinizi yapabilir misiniz?
Zihin de işini bir türlü kesintiler yüzünden gerçekleştiremez. Coşkusunu yitirir, hevesini yitirir, dikkati dağılır, imajlarını kaybeder.

Çekim Yasasının temel zemini ve ilk nedeni VERMEKTİR. Ya da AKMAKTIR.

Vermenin Bilgeliği her yasayı kapsar, içerir. Ve ilk nedendir.



Evren verme sistemi üzerine kurulmuştur.
Bilinmeyen sürekli olarak bilinene bir akış halindedir.
Evren verme eğilimindedir.
Çiçekler büyür. Yağmurlar yağar. Güneş doğar. İnsanlar verir paylaşır.

Bütün evrende doğal olanı VERME eylemidir.

Çekim yasası, Verme bilgeliği olmadan kullanıldığında nefsi büyütür, arzuları keskinleştirir.
Geçici bir süre verme Bilgeliği olmadan yapıldığında rahatlarsınız, her şey iyi gidiyor gibi görünür. Ama sonra birden her şey eski halini alır. Her şey gelir yine eskisi gibi hayatımızda yerini alır.

Ve tekrarlar ile Kaderiniz gerçekleşir. Çünkü siz her gün aynı sizsiniz. Değişmediniz. Değişim yok. Arzuların değişmesi değişim değildir.

Benlik oluşumunuzun ve algınızın değişmesi değişimdir.

Ego değişmez sürekli makyaj yeniler ama yine eskisidir.

Ego sahte, benlik sınırlı bir var oluşa sahiptir. Ve arzularına akıtacağı yaratım enerjisi de sınırlıdır. Arzuların kimisi gerçekleşir kimisi gerçekleşmez.

Çekim yasası alma üzerine kurulu bir sistemdir.
Bilinç alma bilincidir.
Ev isteriz, araba isteriz, para isteriz.
Kariyer, iş, dostlar, sevgili isteriz.
Hepsini birden yaşadığımız fiziksel realitede sahip olmak isteriz.
Yani almak isteriz. Her şeyi her zaman almak isteriz.
Bütün bu düşündüklerimiz ve zihnimizde imajine ederek yaşamımıza çekmek istediklerimiz, fiziksel evrenden bize gelecek olan nesneler ve durumlardır.

Bunları fiziksel evrenden almak isteriz.

Sürekli almak isteyen egodur. Siz bütün bunları isterken egoyla çalışıyorsunuz.
Egoyla çalışınca sistemde devreye girecek olan fiziksel yasalardır.

Şu anda kendinize çekmek istediğiniz bütün o güzel şeyleri çekememenizin nedeni sizin ego tabanlı almaya dayalı yaratma eyleminde bulunmanızdır.

Çekim Yasası Amerika topraklarında, yani Küresel sermayenin başşehrinde başlatılmış bir oyundur.
Çekim Yasası zemini ve nedeni, yani VERME Bilgeliği anlaşılmadan uygulanırsa bütün insanlık bilincini, egoları süptil düzeyde körükler. Keskinleştirir.
İnsanoğlunu açgözlülüğün karanlığında bırakacak dualistik bir yaklaşımdır. Ve zihnin ince bir oyunudur.

Sahip olma hedefli ve alma eğilimli bir oyun.

Gerçek An’da yaratmak verme sanatını öğrenebildiğinizde ve Sevgi Bilincine evrilebildiğiniz de mümkündür.

Evren verme ve akma üzerine kurulu muhteşem bir sistemdir.

Sonsuz sınırsız yaratıcı Güç, fiziksel realiteye Verme Bilgeliğini bilenlerden ve verenlerden akar.

Nasıl ki havaya taş attığınızda yere düşüyorsa yerçekimi kanuna göre. Yaratıcı Güçte verenlerden akacaktır.


Ruh Yaratır. Yaratım Ruhun Yasalarına göre işler. Ruh verme zemininde ve ilk prensipte, nedende çalışır. Çünkü Ruh ayrılık bilmediği için her şeyi Tek görür. Ve her şeyde kendini görür.

Yeter ki Ruhun önü, nefs tarafından kesilmesin.
Yeter ki siz, SİZİN önünüzden çekilin her düşünüz gerçek olur.

Zihin Yaratamaz. Sadece yaratıcılık oyunu oynayabilir.

Siz ne kadar çok verirseniz Ruh, yaratım enerjisi sizden, o kadar çok akar. ( Her şey içerden gelir.)

Evrenin fiziksel realiteye aktığı kanal olursunuz.
Siz sonsuz sınırsız potansiyelle o kadar dolarsınız ki akarsanız. Taşarsınız.
Ve Evrensel yaratım enerjisi sizden aktığı için yani yaratım enerjisi sizin vizyonlarınızın bulunduğu yüreğinizden aktığı için, kalbinizde olmasını istediğiniz niyetlerinizin tezahürü olarak görünüşe çıkar. Bir başka şekli mümkün değildir.

Niyetleriniz fiziksel realiteye ektiğiniz tohumlardır. Ne ekerseniz onu biçersiniz.

Evren muhteşem bir sistem olduğu için, Verme Sanatını öğrenmeden sizden akmaz. Akamaz. Verme Sanatını öğrenen, bilen, idrak eden bir kişi zaten bilge bir kişi olduğu için yüreğindeki niyetleri de herkesin hayrına olacaktır. Ve hepsi gerçek olacaktır.

Ve Bilge kişinin de fiziksel realiteye ekeceği tohumlarda onun biçecekleri olacaktır.

Egodan gelen yaratımlar düşük titreşimli olduğundan yüksek titreşimli nesneleri ve objeleri yaratamaz. Yüksek titreşimleri nesneleri yaratmak için Ruhunuzdan yaratmanız gerekir.
Ruhtan yaratmanın yasası da Vermenin Bilgeliğidir.

Fiziksel Evrende hiçbir şeyi vermeden alamazsınız.
Her şeyin bir bedeli vardır.
Ya da alacaklarınız verecekleriniz kadardır.
İstediğiniz kadar beyninizde imaj tutun. Hiçbir işe yaramaz

Verme sanatını öğrenmeden, verme ve sevgi bilincine yükselmeden hiçbir şey olamaz. Olsa bile eksik olur. Olsa bile bir süre sonra kaybolur.

Ve verme sanatının püf noktası “Koşulsuzluktur”.

Sizin koşullarınız var ise sizden akan yaratım enerjisi engellenir.
Engel egodur. Egonun koşulları vardır. Mutlaka vereceğinin bir karşılığı vardır.

Ego dulaistik çalışır ve bu sistemde vermenin karşılığı almaktır.

Nefsi arındırmak yaratıcı kanal olarak sizi arındırmaktır.

Koşulsuzluk vermenin koşulsuzluğudur.
İhtiyaçsızlık vermenin ihtiyaçsızlığıdır.
Zararsızlık vermenin zararsızlığıdır.


Şimdiki insan bilincinde dünyada kıtlığın açlığın ve sefaletin savaşın olmasının nedeni de alma sistemi üzerine kurgulanmış olmasıdır.
Yaratıcı kanal olarak insanlar karşılıksız vermeyi bilmediği için yaratıcı enerji dünyaya bolluğu ve refahı yaratacak şekilde akamamaktadır.

Herkes bir şeyler istiyor
Herkes bir şeyler almak istiyor.

Herkes isterken kim kime ne verecek? Kimin kime verecek neyi var?

İstediğiniz her şeyi vererek yaratabilirsiniz.

Ruhsal alemde ruhsal kurallar işler.
Fiziksel alemde fiziksel kurallar vardır.
Ruhsal kurallar tekliktir ve Bir yasasına göre çalışır.
Fiziksel kurallar dualistiktir. Ve ikilik üzerine çalışır.

Ruhun Teklikten çıkan Tek eylemi vardır. Akmak. Ruh için her şey Bir’dir. Ve her şey Kendisidir.
Fizikselin kuralı sınırlamaktır. Her şeyi ayrı bilir. Ayrı bildiği içinde hep almak ve sadece kendisine almak ister.

Birlik bilincini taşıdığınızda ruhun yasalarına tabi olursunuz. Sürekli akarsınız. Yani verirsiniz. Herkese ve her şeye. Fiziksel olarak bu boyutta olmanız hiçbir şeyi değiştirmez. Çünkü ruhun kuralları fiziksel kuralların üstündedir. Yüksek titreşim devreye girdiği zaman düşük titreşim sistem dışı olur.

Ruhun kurallarının fiziki evrende tezahürüne de Mucize denir.
Birlik bilincinde olanların etrafına mucizelerin olmasının nedeni de
Ruhun yüksek yasaları ile çalışıyor olmalarıdır.

Ruhun yasaları fiziksel kuralları iptal eder.
An’da mucizeler ve yaratım gerçekleşir.

Ruh sınırları yoktur. Çünkü Ruh sonsuz sınırsız potansiyeldir.
Ve bu da Yaratmaktır.
Çekim Yasası vardır. Ama eksiktir.


Gerçek çekim yasasının sırrı VERMENİN SIRRIDIR. Vermenin bilgisi ve bilgeliğidir.

Sır; sır elinizden geleni, gönlünüzden geleni hiçbir koşula bağlamadan ve sizden istenilmeden vermektir.
Bu arada imajlarınızı ve niyetlerinizi yüreğinizde tutmaya devam edin. Hissedin.

Siz koşulsuzca verirken ( ne verebiliyorsanız mutlaka her zaman verecek bir şeyler vardır.) yaratıcı enerji sizin yüreğinizden akarak hepsini tezahür ettirecektir.
Verdiklerinizi, yüreğinizdekilerin olması için vermeyin. Koşulsuz olun.
Bir elinizin verdiğini diğer eliniz görmesin.
Onlar zaten olacaktır.
Başka çaresi yoktur.
Yaratıcı enerji sizin yüreğinizden yeryüzüne akarken kalbinizdekiler sizin fiziksel evreninize yansıyacak ve görünüşe çıkacaktır. Yağmurun yağması çiçeğin kokması insanın sevmesi kadar doğal olan şey budur.
Başkası mümkün değildir.
Siz enerjiyle birlikte yaratacaksınız.
VERMEK, birlikte yaratmaktır.
Vermek, almaktır.
Vermeye başlayınca almaya da başlarsınız.
Ve aldıklarınız sonsuza kadar siz de kalır.

Şükür etmek ise verebildiğinize şükretmektir.
Koşulsuzca verebiliyorsanız Kendinizsinizdir.
Sizin sunduğunuzu alabilecek birilerini bulduğunuza şükretmektir.
Şükür ettikçe daha çok verme kapasitesine kavuşursunuz.
Daha çok verdikçe yaratıcı enerjiyi daha fazla çekersiniz.
Daha fazla yaratıcı enerji yüreğinizdeki arzuların daha çabuk ve daha kısa sürede gerçekleşmesi demektir.

Dünya gezegeninde almak isteyen çok varlık vardır.
Herkes almak ister. Koşulsuzca veren ise hemen hemen hiç yoktur.
Verenler var ise de karşılığında bir şeyler bekleyerek verenledir.
Hatta alamadıklarında sizi yalnız bırakan veya bir şekilde cezalandıran insanlardır.

Vermenin bilgeliği tam bir yaratım sistemidir.
Koşulsuzca Vermek, gerçek İNSAN olmaktır.
Koşulsuzca vermek güvende olmaktır.

Evrende tek güvence “Kendini Bilmektir”.

Sonsuz sınırsız Evrende Kendini Bilmekten başka hiçbir güvence yoktur.

Sırrı bilmek aynada Kendini görmektir.


Yazan Nilgün Nart
nilgunnart@yahoo.com.tr