22 Ekim 2007 Pazartesi

VERMENİN BİLGELİGİ VE NEZAKETİ

VERMENİN BİLGELİGİ VE NEZAKETİ


21 yüzyıl; gözlerimizin önüne serdiği şiddet ve acı dolu Dünya ve İnsan dramasına rağmen; İnsanoğlunun uzun Evrim yolcuğunda bir dönüm noktası olacak.
İnsanlık; sefalet, açlık, hastalık, savaş, kargaşa, felaket, yalnızlık ve radikal değişimlerin kaosunda kıvranıyor.
Hep birlikte gidebileceğimiz ve insan Tadında yaşayabileceğimiz bir yer arıyoruz. Uzaklarda böyle bir köy var. Henüz şu An gidemesek de bu köy bizim köyümüz.
Bize yüreğimizin vaad ettiği bir köy. O köyü görebilmemizin tek bir olasılığı var. Yüreğimizde yaşamak. Çünkü sadece kalbimizde yaşayabildiğimizde bu “Köyün” yolları ve kendisi görünür oluyor.
Her şey bizden gelip gittiğinde ve zamanlar tüm An’ları tükettiğinde bile yüreğimiz bizim.

Ve biz yüreğimizde yaşadığımızda, bir çiçek gibi nedensiz açabildiğimizde, yağmur gibi nedensiz yağabildiğimizde, Gerçek İnsanoğlu gibi nedensiz ve amaçsız verebildiğimizde ve paylaşabildiğimizde “Yuva” herkes için görünür olacak. Yaşam, yaşam olacak. Gerçek olacak. Ve Akış olacak.

Akmak basitçe yansımak veya vermektir.
Akışın doğasıyla Bir olmaktır.
Vermek de; vermenin bilgeliğinde, nezaketinde, asaletinde “olunduğunda” vermektir.

Vermek illaki her zaman maddi bir şeyler vermek demek değildir. Bazen bir dostu can kulağıyla dinlemektir. Çiçeğin, böceğin ve yaşamın güzelliğini An’da huşu içinde seyredebilmektir. Komşuna, arkadaşına, sokaktaki insana nedensiz gülümseyebilmektir. Bazen sessizce bir dostun yanında oturup ona sevgiyle sarılabilmektir. Bazen maddi manevi elimizden geldiğince insanlara koşulsuzca elimizi uzatabilmektir.
Çocuğun saf neşesinde, büyüğün mana derinliğinde; ilgiyle, tutkuyla kendimizi ve yaşamı keşfedebilmektir.
Nedensiz bir şekilde var olan her şeyi sevgiyle sarıp sarmalayabilmektir.
An’ları; hazır ve nazır bir şekilde bütün varlıklarla, sevgiyle coşkuyla paylaşabilmektir.
Bu dünyada diğerlerinin de olduğunu ve onlarında bizim gibi aynı üzüntüleri acıları özlemleri olduğunu unutmadan, her yere sevgiyle akmak ve sessizce; güzelliğin doğası için “sevgi” olabilmektir.

Vermek; basitçe Hazır OL’da, An’da yansıma kapasitesidir.
Yaşama An’da sevgiyle yanıt verebilme eğilimidir.
Basitçe Sevgidir.
Sevgiyi çoğaltmaktır.
Zihin devreye girmeden, gönlünüzün dilediğince, içinizden geldiğince; Sevgi olan aslınızı çoğaltma ve deneyimleme,“kendiniz” olma halidir.

Vermenin Bilgeliği farkındalıktan gelir. Farkındalığımız ne kadar yüksekse o kadar yaşama cevap verme, yansıyabilme, akma yeteneğinde oluruz.

Dünyada yaşanan “Kaos”; İnsanoğlu (almadan önce), koşulsuzca, ihtiyaçsızca ve zararsızca vermenin bilgeliğine erebildiğinde, Yeni Varoluşa dönüşebilecektir.
Ne daha önce ne daha sonra.
Çünkü insan nefs denen ayrılık illuzyonu içindedir.
Ve nefs vermeden almak ister. Almak istemesi kendini eksik bilmesinden ve hissetmesindendir. Tamamlanmak ve bütünlenmektir amacı.

Nefsin sınırları, inançları, koşulları, kalıpları, şartları vardır. Sınırları, nefsi bütünden ayırır. Ve nefs ; sınırlarıyla , şartlarıyla tamamlanmak ve bütünlenmek ister.
Ve bir türlü tamamlanamaz. Halkayı kapatamaz.
Halkayı kapatamamasının nedeni sınırlarıdır.
Halbuki sınırlar, yani perdeler kalktığında tamam ve bütün olduğu görülebilir.
Kısaca hiçbir zaman “eksik” olunmadığı fark edilir.

Tamamlanma, “daha fazla” alarak bütünlenme değildir.
Fazla olanın, engel olanın (nefsin), perdenin kaldırılarak tamamlanılmasıdır.
Bütünün görülmesidir.

Aslında Evren koşulsuzca herkesin ve her şeyin üzerine her An Rahmetini yağdırmaktadır. Nefs, sınırlarından ve inançlarından yağan Rahmeti görememektedir. Görse bile sınırlarına ve inançlarınla çelişkiye düştüğü için alamamaktadır.

Ancak ve ancak tamamlanma maksadıyla, karşılık bekleyerek verebilmektedir.
Dünyayı bile alsa, sınırlarının ve inançlarının oluşturduğu hapishanede oturduğu için doymayacaktır. Her alışında biraz daha semirecektir. Daha fazlasını isteyecektir.

Ve bu dünyada nefs için her alışın bir bedeli olacaktır. Dersi olacaktır.
Her ders bir Rahmettir, nefs hapishanesinin bir demir parmaklığını kıracaktır. Şükür içinde olup ders görülebilecek kadar alçak gönüllüyse ve yolu Gönül Dergahına gidiyorsa.

Ve nefsin sınırları olduğu için, bir gün gelir kendi sınırlarında son bulur.
Ve o An geç de olsa bilir ki hiçbir şey asla onun olmamıştır. Hiçbir şeye sahip olamamıştır.

Sonsuz ve sınırsızlıkta, bir nefeslik canı ve bir adımlık kafesi dağılır gider.

Kendisine, armağan edilmiş yaşamı Yaradan’ın, her an her şeye yağan Rahmetini paylaşmak ve yansımak için vesileden başka bir şey değilmiş.
Anlar.
Vakit geçtir. Dersler bir sonraki yaşamlara aktarılır.
Ta ki her yaşamını, her şeyi bir noktada birleştirene kadar. Birleştiği ve bütünlendiği yaşamında, Aşkla Sevgiyle, Sonsuzun kapısına gelene kadar.

Bu kapıda sınırlar, inançlar, kalıplar, kurallar ve bütün nedenler sorular-cevaplar dökülür İnsanoğlunun üzerinden.

Yaşamın ne için olduğu ve nasıl olduğu görülür. Düşler birleşir. Bütünlenir ve tamlanır.
Bu An’da Efendi ihtişamla tıpkı bir Güneş gibi doğar.
İhtiyaçsızdır, zararsızdır, koşulsuzdur.
Evrenle birlikte yağar.
Hazine O’nundur.
Kendisi O’dur.
O hazinedir.
Basitçe “Verir”.
Paylaşır.
Yansır.

Yaşam, Rahmet demektir.
Vermek demektir.
Ortaya çıkmak demektir.
Dolayısıyla nefs, alamadığı için veya kendini kapattığı hapishanesinden dolayı tamamlanamadığı yanılsamasında olduğu için de verememektedir. Akış nefs “engeline” takılır. Tıkanıklık oluşur. Kaos ortaya çıkar.

Kaosun içinden, toz dumanın acının sefaletin ve savaşın orta yerine sahte bir “Güneş” gibi nefs doğar. Diğer “nefslerden” almak ve tamamlanmak için.

Sözüm Ona Nefs;
Kendini bile kurtaramayan, “kurtarıcı” olur.
Duygularına ve düşüncelerine bile hakim değilken, “hükmeden”, buyuran olur.
Yüreğine bile taht kuramayan, şarlatan “kral” olur.
Zulmeden, asan, kesen, dilinin ucunda seven, küçük dağları yaratan olur.

Çünkü eksiktir. Aşağıdadır.
Yukarı çıkamamaktadır. Bütün değildir.
Ancak ve ancak; diğerlerini aşağıya çektiğinde, kendini yukarı çıkarabilmektedir.
Ancak ve ancak; diğerlerinden aldığında, diğerlerini sonsuza kadar her yönüyle sömürebildiğinde bütün (geçici bir yanılsamayla) olabilmektedir.

Ardı arkası gelmez bir yanılsama, Dünya Oyununun ve Evren Oyununun her sahnesinde silsileler halinde, değişik maskeler ve bahanelerle sürmektedir.

Evrende her şey bir çeşit enerji alış verişidir.

Dünyada dahil Evrenin her köşe bucağında nedeni ne olursa olsun ve neye hizmet ederse etsin oynanan oyunun adı temelinde “Enerji alarak veya aşağıya indirerek” tamamlanma OYUNUDUR.

“Aşağısı nasılsa, yukarısı da öyledir.” Heraklitus
(İnsan nasılsa Evrende öyledir)

Evrende; bütün “Varlık Boyutunun” selameti için değişmesi gereken temel budur.

Ve “Varlık Boyutlarının” selameti için;
Şimdiye kadar Dünyada dahil bütün Varlık Boyutlarında yaratılan; korkunun, korkutmanın, değersizliğin, yetersizliğin, bağımlılıkların, hükümranlığın, yüceliğin, alçaklığın, astın, üstün, otoritenin, tutsaklığın, üstün olma ve ezilme ihtiyacının şifalanması gerekmektedir.

İnsan değiştiğinde ve Gerçek İnsanoğlu olduğunda ( El İnsan), Dünyada değişecektir.
Dünya değiştiğinde Evren de değişecektir.

“İnsanoğlu bir hamur teknesi boyundadır; ama, tabiattan da üstündür, kainattan da” Mevlana

Ne mutlu kendi değerini bilenlere, İnsan varlığını sevenlere.

Bu nedenle; İnsanın; kendi değerini bilmekten, merkezinde, dengede kalmaktan ve “Sevgi-Aşk” olmaktan ve koşulsuzca zararsızca ve ihtiyaçsızca vermeyi öğrenmekten başka hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.

İnsanoğlunun; cennete cehenneme, cezaya ödüle, kotalara hükmedenlere, yol gösterenlere, yol olanlara, birliklere, katılımlara, uzay gemilerine, boyutlara, yücelere ihtiyacı yoktur.

Yeter ki İnsan; “Kendisi” olsun. Yüreğinde olsun. Sevgi olsun. Aşk Olsun. Yansıma olsun. Akış olsun.

Hepsi, Alemde olan her şey ve olacak olan her şey; öz, yücelik, özgürlük, cennet, barış huzur, sonsuz boyutlar, cevherler, hazineler, hepsi ve her şey
İnsanın yüreğindedir.
Herkesin yüreğinde “O” vardır.
Ve “O” her şeydir.
Ve “Kendisidir”.
Ve İnsan, “kendisi olduğunda” her şeydir.
İhtiyaçsızdır, zararsızdır ve koşulsuzdur.

“Efendidir”

Efendinin yansıdığı yerde, istek olmaz, arzu olmaz. Her arzu ve istek dile gelmeden, ihtiyaç hasıl olmadan çoktan verilmiş, paylaşılmış ve yansıtılmıştır.
Her şey dengede ve huzurdadır. Güneş her yerdedir.

Ve Efendi, Efendiliğini bildiği için, Efendiliği için, Var olduğu için, nefes alabildiği için, Rahmet için, verebildiği- yansıyabildiği için şükreder.
Efendi, sunduğunu alabilecek birilerini bulduğu için şükreder.
Verir. Verebildikçe Şükreder.
Şükrettikçe “kendini” daha fazla hatırlar, her hatırlayış başka bir derinliktir.
Yol uzundur.
Çünkü her An’da sonsuz “kendi” Varlığında bütün boyutlara doğru derinleşir.
Efendi, “Kendisidir ve “Kendisi” sevgidir.
Verme eylemi “Kendisi” olduğu için ve kendinden kendisine olduğu için nazik ve asildir.

Efendinin bir elinin verdiğini diğeri görmez.
Çünkü Efendi Tek’tir. El de Tek’tir.
Alanda kendisidir. Verende kendisidir
Zendeki “Tek elin sesidir”.
Tek, Sessizlik olur.
Sessizce alır sessizce verir.

Efendi; “Kendini” kısaca;"sevgiyi" ve “sevinci” karşılaştığı her canlının varlığında aşkla ve sevgiyle, nazikçe, Ruhunun Asaletinde, ihtiyaç hasıl olmadan sessizce çoğaltandır.

Yaşamın Üstadı olmak ve Onda bir mana bulabilmek, bir anlamda yansıyabilme ve kendimizi çoğaltabilme sanatı değil midir?


Yazan Nilgün Nart