27 Eylül 2007 Perşembe

"SECRET" - ÖĞRETMENİN SORUMLULUĞU

“SECRET”- ÖĞRETMENİN SORUMLULUĞU

25 Eylül günü televizyonlarda ilginç bir haber vardı. Haber saatinin en sonunda yer almıştı. Belki de önemsiz asparagas bir haber olarak yorumlandı. Her zamanki görüntüler televizyondaydı. Kargaşa kavga dayak hırs öfke saldırganlık..v.s. Nefsin doğasına uygun ne varsa oradaydı.

Secret kitapları piyasaya çıktığından beri, secret vasıtası ile gelmekte olan kargaşanın ne zaman başlayacağını düşünüyordum.

Bu gün basit, çok basit bir olaya tanık oldum.

Bir mağazanın açılışı söz konusuydu ve mağaza Türkiye’de piyasaya yeni girdiği için elektronik ürünlerde indirime gitmişti. Özellikle plazmik tvl ve leptop fiyatları yarı fiyatına indirilmişti.
İnsanlar; sabah saat dokuzda açılacak mağazanın önüne gece on ikide toplanmaya başlamış ve mağazanın önünde beş bin kişi birikmişti. Plazmik tv ,leptop almak isteyen insanların kıyafetleri çok düzgündü. Hanımların ve erkeklerin kültürlü ve eğitimli kesimden oldukları açıkça belli oluyordu.

Mağaza açıldığında neler oldu biliyor musunuz?

İnsanlar önce kaynamaya başladı. Sonra kalabalığın içinde yer yer dayak sahneleri, bağırmalar, dayaktan bayılmalar, kan, şiddet ortaya çıktı.

Mağazanın güvenlik demirleri yukarı çıktıkça altından sürünerek geçip düşlediği ve yaratmaya çalıştığı leptopuna ve plazmik tvsine ulaşmaya çalışanlar mı arasınız, arkasındaki ve yanındakini diskalifiye etmek için bir iki yumruk atarak küfredenler mi ararsınız, ne varsa oradaydı.
Güvenlik görevlileri en sonunda baş edemediler ve demir parmaklıkları, içeri çeşitli yöntemlerle bin kişi girdikten sonra kapattılar. Geride kalan kalabalık çok kızgındı. En sonunda demir parmaklıkları vura vura söktüler ve mağaza camlarını kırıp, içeri girdiler.
Tabiî ki mal sınırlı olduğu için bitmişti.

Sonra ne oldu biliyor musunuz?
Düşledikleri ve yaratmaya çalıştıkları “şeylere” engel olan mağazadakileri; kim varsa bulabildikleri; çalışanları görevlileri tartaklamaya ve dövmeye başladılar.
Sahne; itiş kakış içinde kapandı.

Spiker her zamanki görüntüler dedi ve başka bir habere geçti.
Evet. Her zamanki görüntülerdi. Ama içerik farklıydı. Olmakta olan farklıydı.

Ben hiçbir zaman insanın bir leptop veya plazmik tv almak için diğerinin kafasını kıracağını ve boğuşacağını tahmin etmezdim. Belki yiyecek için bu kavga olabilir nedenini de anlardım, anlamaya çalışırdım. Ve kabul edebilirdim. Neden Açlıktı.

Plazmik tv ve leptop için insanların birbirini dövmesinin ve insanlığını unutmasının ne nedeni olabilir di ki?

Secret çıktığından beri insanlar; araba, ev, leptop, plazmik tv, para, iyi bir iş, imkan, sevgili v.s ye sahip olmayı o kadar çok düşlediler ve yaratmaya çalıştılar ki, içlerinde birikmiş olan bu basınç, hırs, bir an önce sahip olamamanın yaratmış olduğu öfke ve hayal kırıklığı içinde, her türlü çaresizlik değersizlik ve yetersizlik hisleriyle beslendiler. Nefs büyüdü büyüdü.

Ve bir fırsat ortaya çıktığında gerçekleştirmek için öne atıldılar. Unuttular insan olduklarını.
Vura kıra “dişe diş göze göz” ne pahasına olursa olsun ona, düşlediğine sahip olacaktı.
Ve haberde izlediğim gibi insanlar düşledikleri “şeye” sahip oldular.

Ve kişinin içinde düşleyerek, sonunda da “dişe diş göze göz” kavgasıyla sahip olduğu daha doğrusu oldurduğu “yaratma eylemi” modellendi.
Modellenirken de “ne pahasına olursa olsun sahip ol” inancı da kayıtlara geçti.

Ve ilk model; diğer bundan sonraki “düşleyerek yarat” eylemleri içinde kullanılacak. Mağazaya girerek düşlediğini savaşarak almayı başaran ve modelleyen herkeste.

Ayrıca başka bir şey daha vardı orada olan. Küresel Isınmayı nasıl engelleriz diye yapılan uyarılarda plazmik tv kullanmayınız diye bir öneri bulunmaktaydı.
Hiç kimsenin umurunda değildi o anda Kürsel Isınma ve dünyaya olmakta olan.
Ve hiç kimsenin de ne suyunu tasarruflu kullandığını ne de arabasının kontağını kapattığını ne de işine yürüyerek gittiğini sanmıyorum.
Hele hele Sevgi Bilincine evrilme gibi bir derdi hiç yok.

Çünkü hiç kimse daha olayın ciddiyetini kavrayamadı. Çünkü herkes daha “Gaflet” uykusunda.

Beş sene veya on sene sonra bu yaşananların büyük ölçekte, her yerde olduğunu düşünün.
Veya iklim değişiklikleri nedeniyle hayatta kalmak için verilen mücadeleye dönüştüğünü düşünün.
Dünyayı nasıl bir kargaşanın beklediğini sanırım az çok hissedebiliyoruz.

Neden böyle oldu sorusuna gelince; çünkü orada bulunan insanların içinde “Efendi” yoktu. Hiç kimse yoktu. Sadece nefs vardı. Etki- tepki programı.

Secret; eğer kişiler, “Efendi”yi içlerinde doğurmadan öğreniyorlarsa tehlikelidir. Tehlikeli olması, kişilere hayatlarını bir anda değiştirebilecekleri sihirli bir değnek gibi gösterilmesinden ve sunulmasındandır.
Kişi; içinde hüküm süren nefse bakmadan, onu dengelemeden, yakıp kül etmeden, “Kendini” Aşkla yeniden yaratmadan sihir yaratamaz

Eğer maksat “sırrı” ortaya çıkarmak ve herkesin kendi gücünü kendine teslim ederek (insanlığın yakasından düşerek) yeryüzünden acıyı savaşı mücadeleyi sefalet ve savaşı silmek olsaydı; kişilere; içlerine dönme yolu işaret edilip gösterilir ve sır da ortaya çıkardı.

Ve “Vermenin Bilgeliğinde” olup sevgiyle her şeyi paylaşırlardı.

Eğer Güneş, Güneş ise ve maksadı Güneş olarak doğmaksa, geceye ve gecenin içinde Güneşin sırrını anlatmaya ihtiyacı yoktur.
Basitçe Güneş doğar.

Çünkü insanlar “Efendi İnsan” derdinde ve yolunda olmadan sadece “secret” derdindeyse, peşindeyse ve öğreniliyorsa; o anda içerde ne varsa; o programa yüklenen başka bir ek programa dönüşür.
Efendi doğduğunda secrete zaten ihtiyaç yoktur.
Çünkü artık sır yoktur.
Her şey bilinen ve görülendir.

İnsan Efendi olmadan önce; kendi gerçeğini görmeden önce içinde hüküm süren program Nefstir.
Ve secret insanın içinde yüzyıllardan beri hüküm süren Nefse yüklenmektedir. Ve nefs büyümektedir.

Secreti öğretenler ve öğrenilmesine vesile olanlar veya bildiğini sandıkları öğretileri teknikleri öğretenler; bundan, şu anda neyin sorumluluğunu aldıklarını bilmeseler de sorumludurlar.

İnsanoğlu; bilse de bilmese de her an yaratmaktadır.
Ve İnsanoğlu varılan zamanların ve yerlerin bitişinden dolayı sonsuz ve sınırsızdır.
Ve öğretenler öğrettiklerinden sınırsızca ve sonsuza kadar sorumludurlar. Çünkü bilmektedirler. Çünkü öğretmek bir şeyi bilmek demektir. Bilmenin bir sorumluluğu vardır.

Her duygumuzdan, düşüncemizden, eylemimizden Evrensel yasalar gereği sorumluyuz.

Bu aynen şuna benzer; Aerodinamik yasalarını bilmeyen ve uçmak isteyen, birinin bir uçurumdan atlayıp hayatını kaybetmesine benzer. Ve öbür taraf gittiğinde ben bilmiyordum demesi onu tekrar hayata döndürmez. Bu kişinin kendi sorumluluğudur. Belki öbür tarafta sadece “bilmediğin “şeyleri” neden yaptın o zaman” diyebilirler.
Eylem ve sorumluluk her zaman birdir. Bilse de bilmese de kendisine aittir.

Gönül Dergahındaki sorumluluk “Kendinin” sorumluluğudur.
Ve buradaki sorumluluk sadece Ol’uştur. “Kendisi” Sırdır. Kendisi sır olduğu için sırrın bilinmesi diye bir şey söz konusu değildir.

Bilmek “anlamak” demek değildir. Anlamak yürekte sevgiyle birlikte oluşan bir histir. Ve bunun adı “kavrayıştır”. Anlayış – Kavrayış; Bilinçle alakalı bir olgudur. Ve her anlayış insanı Üstün Bilince, Sevgi Bilincine evriltir. Her kavrayışla birlikte Üstün Bilinçte OL’ursunuz.

Eylediklerimiz ve öğrettiklerimiz vasıtasıyla her an her yerde olan kargaşadan, doğan hırs ve öfkeden, psikolojik ve fiziksel rahatsızlıklardan yani kısaca karanlıktan, kısaca öğrettiğimiz şey ile kişinin kendi yaşantısına getirdiği her karanlıktan sorumluyuz.
Veya eylediğimiz - öğrettiğimiz şey ile olan her güzel olaydan da, açığa çıkan sevinçten, hissedilen sevgi ve aşktan, gelen bolluktan, yayılan huzurdan ve ışıyan ışıktan sonsuza kadar sınırsızca sorumluyuz.

Çünkü öğreten vasıtası ile açığa çıkan her türlü karanlık ve ışık, öğretenin dünyasına ve onunla birlikte Toplumsal Bilince sarılmakta. Kendi hesabına yazılmakta.

Kendi merkezimizde durmadan ve kim olduğu görülmeden ve dolayısıyla neyin sorumluluğunun alındığı bilinmeden, öğretmek nice öğretmektir.

Öğretmek; akmak demektir. “Kendinin” akışıdır. Kendisi ışıktır. Sevgidir.
Efendiler oradaysa kim kime ne öğretebilir, paylaşmaktan ve sevgiyle yansımaktan başka.

Efendi oradaysa, kendi var oluşunun sevincini yaşar. Çiçek gibidir. Ağaç gibidir. Nehir gibidir.
Çiçeği koklayan, ağacı seyreden nehirle birlikte akıp giden de bundan ne anlarsa ne alırsa o dur.
Efendinin öğretme gibi bir derdi yoktur. Arzusuna göre öğretme eyleminde bulunabilir ve eylemin gerçekliğinde; Yaşama ve İnsanoğluna saygının ve ışığın kendiliğenliği vardır.
Ve Efendilerle birlikte dünya her seferinde yeniden dengelenir.

Işığın olmadığı yerde karanlık vardır. Karanlığın olduğu yerde Bilinç yoktur. Bilinç yoksa sevgide yoktur. Bilinç Işıktır.
Karanlığın veya Işığın eyleminde Ol’mak ikisi de pekaladır. Yeter ki neyin seçildiğinin bilgisinde ve sorumluluğunda olunduğunun farkında olunsun.

Sevginin ve Aşkın hatırına sevgiyle yazıyorum.
Sır Sevgidir. İnsan sessizlik içinde; müziğin nağmelerinde ki coşku olabiliyorsa, bir çiçeğe baktığında, onun güzelliğinden ağlayabiliyorsa, denizin dalgalarını seyrederken kendini yitirebiliyorsa, toprağın kokusunda eriyebiliyorsa, yağmurla beraber yağabiliyorsa, rüzgarla birlikte esebiliyorsa ve Aşkın içinde aşkla ölebiliyorsa sırlaşır. Kendisi olur.
Ve bunun deneyimlenmesinin yolunu gösterebilen öğreti öğretidir. Öğreten de Öğretmendir. Ustadır. Çünkü gücünüzü size teslim etmiştir.

Ve bu Yaşamaktır.

İnsan Tadında Yaşamaktır.

Aşktır. Sevgidir.

Var Oluş ile Kutsal Dansı yapmaktır. Yaşamın Dansını yapmaktır.

Geriye kalan her şey sözcüklerle anlatılan bir hikayeden ibarettir.


Yazan Nilgün Nart